Atarita sizin için inceledi! Editörlerimiz her oyun incelemesine saatlerce emek harcıyor ve bilmeniz gereken tüm detayları objektif şekilde ele alıyor. Nasıl yaptığımızı merak ediyorsanız inceleme politikamıza göz atabilirsiniz. |
Deltarune’ın PC inceleme kopyası, Atarita’ya gönderilmemiştir. Atarita, incelemek için oyunu kendi imkanlarıyla edinmiştir.
“Evvel zaman içinde, gölgelerin arasından bir efsane fısıldanmış. Bu; ümidin, rüyaların, aydınlığın ve karanlığın efsaneydi. Deltarune’un efsanesi…” diyoruz ve incelememize giriş yapıyoruz efen’im. Undertale’in yapımcısının yeni oyunu olan Deltarune nihayet 4 bölümüyle beraber çıktı. Yıllar içerisinde ilk iki bölümü ücretsiz olarak bizlere sunulan yapıma olan hasretimiz ve merakımız netice buldu. Gelin, bakalım, bu üç arkadaşın macerasında bizi daha neler bekliyormuş?
Tek kişilik bir hayal, iki oyun ve 10 yıllık bir emek
Undertale, ilk çıktığı zamanlarda oynayıp hayran kitlesine dahil olamadığım için yakındığım oyunların başında geliyor. Pandemi döneminden hemen önce, sanırsam 6 sene geçmiş, ilk oynama fırsatımı bulmuştum. Piksel oyunları, özellikle de piksel korku oyunlarını seven birisi olarak aynı konseptte sıra tabanlı rol yapma oyunlarına çok aşina değildim. Benim için ilk diyebileceğim bir deneyim olmuştu. Farklı tarzı, harika müzikleri; basit görünümüyle oyuncuyu hem mekaniksel hem de hikâyesel olarak etkileyebilen bir başyapıt olduğuna beni ikna etmişti.

Oyunlara oyun olarak bakmanın ötesinde, pikselden ibaret karakterler için vicdan yapabilmenizi sağlıyordu. İçerisindeki her bir karakter detaylı, anlatım şekli mizahi olduğundan kimisine yüzeysel gelebilse de yüreğe dokunan türdendi. Oyunların savaşmaktan ibaret olmadığını, hatta bunu seçerseniz kötü birer insan olduğunuzu oyun dibine kadar hissettiriyordu. Normal, barışçıl ve soykırım gidişatları bize farklı hikâye ve hatta farklı bölüm sonu canavarları sunuyordu. Piksel görünümün, hayal gücünde çok daha gerçekçi bir ortam oluşturduğu kanaatindeyimdir. O nedenle gerçekçi görünüme sahip oyunlara karşı özel bir ilgim bulunmuyor. Ve tüm bunlar benim için Undertale’in yerini çok özel kılmıştı. Peki Deltarune nasıl? Gelin, biraz karşılaştırmalı bakarak yavaş yavaş detaylara geçelim.
Undertale’in anagramı olan Deltarune, paralel bir evrende bambaşka bir deneyimi bizlere sunuyor. Undertale’den alışkın olduğumuz daha karanlık hava, yabani ortam ya da bize göre alışık olmadığımız mekan tasarımları burada bize yabancı kalıyor. Yine çevremiz yaratıklarla kaplı, tek insan olarak karakterimiz Kris’le oynuyoruz. Fakat etraf oldukça modern, kurulu bir düzen ve sıfır suç oranı bulunmakta. Undertale’den aşina olduğumuz karakterlerin birçoğu yine benzer görevler yapıyor. Undyne polis, Alphys öğretmen… gibi. Daha canlı renkler ve detaylı tasarımlarla donatılıyoruz. İşler bundan ibaret mi dersiniz? Tabii ki de hayır.
Kapalı kapıların ardında, gözlerden sakınılmış bir maceraya atılıyoruz
Oyuncuyu görsel güzellikle yakalamadığınız durumlarda mekanik ve hikâyenin önemi çok daha fazla artacaktır. Şahsi olarak benim bu tarz piksel yapımlarla daha çok ilgili olma sebebim sahne canlanmalarının detaylarının tamamen hayal gücüne bırakılmasıdır. Böylece oyun oynarken kısmen kitap da okuyor gibi hissediyorum. Bir şeyleri izlemeyi sevsem de hayal gücümde oluşturmayı her zaman daha çok tercih etmişimdir. Bu tarz yapımlar, görsel roman türünden farklı olarak macera ve rol yapma mekanikleriyle de donatılarak bizlerle buluşturuluyor. Böylece hitap ettiği kitlenin üzerinde farklı etkiler bırakabilecek açık uçlu bir anlatım sunuyor.

Deltarune, farklı gidişatlarıyla birlikte henüz 4 bölümü çıkmış bir yapım. Toplam 7 bölüm olması planlanan oyunun kaç sonu olacağı gibi bilgileri bilmemekle birlikte, aslında size şu an yalnızca 4 bölümün içeriğiyle bilgi birikimimi sunabiliyorum. Undertale’den bildiğimiz ve hâlâ Asgore ve Toriel gibi oyunun hikâyesinde önemli yeri olan karakterlerimiz olduğu gibi Susie, Ralsei ve Lancer gibi yeni karakterlerimiz de bulunmakta. Her karakterin girişi olaylı, ikonik ve hikâye ilerledikçe bağ kuracağınız şekilde oyun içerisinde yer verilmiş. Aslen oyunun girişinden de bildiğimiz üzere liseli gençlerin kahramanlık hikâyesini anlatan bu yapım aslında çok daha fazlasına sahip.
Karanlık Dünya dediğimiz, bu dünyaya ait olmayan farklı bir âleme geçiş yapmamızı sağlayan geçitler bulunmakta. Bunların her birisinin kendine özel sistemi, yöneticisi, yerlisi ve tasarımı bulunmakta. Karakterlerimiz sıradan dünyadan bu âleme geçiş yaptıklarında adeta bir oyuna giriş yapmış gibi görünüm değiştiriyor, her âleme özgü renk tonlarına bürünüyorlar. Şövalyemiz Kris, şifacımız Ralsei ve savaşçımız Susie ile bölümden bölüme, âlemden âleme farklı bölüm sonu canavarlarıyla dövüşüyor; maceradan maceraya atılıyor, beraberinde aramızdaki bağı güçlendiriyoruz.
Oyun, oyuncuyla karakter arasında özgün bir bağ oluşturuyor
Kris’e daha barışçıl bir yol izleterek deneyimlediğim Deltarune’da geçtiğimiz dört bölüm ve yaklaşık 20 saat boyunca ekibe kesinlikle çok ısındım. Sürpriz kaçıracak şekilde konuşmak istemediğim için fazla detay vermek istemiyorum ama yapımcı kesinlikle oyunla sinematik anlatımı birbirine çok iyi kanalize ederek oyuncuya yansıtabilmeyi başarmış. Özellikle dördüncü bölümde karakterlerimizin bağını gösteren sahneyi çok duygusal buldum. Onlarla o kadar vakit geçiriyoruz ki belki de kimisine sıkıcı gelebilecek “İyilik her zaman kazanır.” , “Arkadaşlık yenecek.” gibi bir hikâye gidişatı bile çok iç ısıtıcı ve keyifli hâle gelebiliyor. Oyunun bize sunduğu mizah, karakterlerin özgün yapıları ve temponun devamlı hareketliliğini koruması gibi birçok etken bu hikâyenin özünde aslında gayet bağımsız olmasını sağlamış. Ne olursa olsun burada Kris ve biz etkeni var ve o hâlâ büyük bir soru işareti taşıyor.

Undertale’de olduğu gibi Deltarune’da da karakterimize barışçıl bir yol izletmediğimiz takdirde çok daha farklı ve karanlık bir hikâyeyle karşılaşıyoruz. Adeta dördüncü duvarı yıkarak Kris, bizim tarafımızdan kontrol edilmek istemediğini her hâliyle belli ediyor. Ruhu, yani kalp olarak oyunun ana mekaniğini oluşturan bizlersiz yapamıyor ama kontrol edilmek de istemiyor. Barışçıl gidişatta da bize pek cici davrandığını söyleyemeyiz ama tuhaf gidişat dediğimiz yolu izlerseniz verdiği tepkilerin çok daha ciddi olduğunu görürsünüz. Bu konsepti ben çok sevdim. Zaten genel olarak dördüncü duvarı yıkan, karakterle oyuncu arasında ayrı bir kimya oluşmasını sağlayan yapımları seviyorum. Biraz daha kendi çapında gerilim yakalamak isteyen yapımlarda ideal yaklaşımlardan birisi olduğunu düşünüyorum. Hele ki mekanik açısından Deltarune için en doğru seçimlerden birisi olmuş.
Oyun, adeta bize oyunun içinde oyun oynatırken bir sürü karakterle ve hikâyesel bağlantılarıyla donatıyor, varlığını gittikçe zenginleştiriyor. Henüz bitmemiş bir yapım diyoruz ama şu an bile oturup saatlerce konuşabileceğiniz altyapısı, teori hazinesi bulunmakta. Her bölüm sonunda daha dramatik bir bağlanış, sonraki bölüme merakla geçmemizi sağlayan unsurlar beraberinde şu anda çıtlatmayacağım olaylarla birleştiğinde gerçekten alıp başını götürüyor. Başına oturduğumda saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadan, bir o kadar da bitmesini istemeyerek güncele gelmiş bulundum. Tabii, kendi tavsiyem, gözleriniz çok da yorgunken bu oyunu oynamamanız. Gelin birazcık da savaş kısmından bahsedelim.
Sıra tabanlı savaş sistemi, “eylem” özelliğiyle eşsiz ve eğlenceli bir deneyim vadediyor
Undertale’de olduğu gibi karşınızdaki düşmanla savaşmak istemediğiniz barışçıl bir gidişat güttüğünüzde eylem kısmıyla pek bir haşır neşir olmanız gerekiyor. Karşınızdaki kişilerle savaşmıyor, onun yerine ne gerekiyorsa yapıyorsunuz. Bu bazen ninni söylemek, bazen birlikte dans etmek, bazen iltifatlar yağdırmak gibi türlü çeşitli şeyler olabiliyor. Farklı âlemlerin farklı yaratıkları, bu çeşitlilik beraberinde farklı mekanikleri bizlere getiriyor. Her düşman için farklı eylem yapmalı, kolaya kaçıp onları öldürmediğimiz için eğlenceli hikâyelerine kucak açmalıyız. Bana kalırsa iki oyun için de önce barışçıl şekilde oynayıp sonra dilerseniz soykırım gibi gaddar yola başvurmanız eğlence açısından çok daha iyi olacaktır. İki kısmı da başarılı ama alacağınız dönüt bambaşka.

Yine de benden size tavsiye: Oyun bol bol para kazanmanızı sağlıyor. Saldırmak yerine eylemlere yöneldiğinizde savunma sisteminde kabiliyet açısından daha çok dikkat etmeniz gerekiyor. Kıl payı savurduğunuz saldırılardan kazandığınız gerilim puanları sayesinde Ralsei’den canınızı doldurmanızı sağlayabilseniz de kimi zaman can yükseltici yiyecekler tüketmeniz gerekebiliyor. Oyun bize depo avantajı sunsa da açıkçası kullanma gereği duymadan ve elimi yemekten boş bırakmadan rahatlıkla savaşları atlattım. Fakat kendi hatam, paramı gereksiz üstümde fazlasıyla tuttum. Öldürmeye oynamasanız bile zırhınızı ve silahlarınızı güçlendirmek, daha iyilerini almak için paranızı harcamanızı tavsiye ederim. İncelemem gerektiği için çok oyalana oyalana kurcalayamadığım yan ve gizli bölüm sonu canavarı savaşları bulunmakta. Bazıları daha yüksek silah gibi şeyler sağlayabiliyor, onları da incelemek size kalsın artık.
Bunlara değinmişken oyunun zorluğundan da bahsetmek gerekiyor diye düşünüyorum. Oyunun ilk başlarında Undertale’den daha kolay mı diye sorguladığım oldu. İlk defa oynayacak birisi için belki Deltarune çok daha kolay gelebilir gibi düşünmüştüm ama ilerledikçe tabii ki bunun çok da doğru olmadığı kanısına vardım. Öldürme odaklı oynamadığınız takdirde dediğim gibi oyuncunun kabiliyeti daha çok öne çıkıyor ve Deltarune, Undertale’den mekanik olarak çok daha gelişmiş ve çeşitlilik sunan bir yapıya sahip. Gerek bahsettiğim gibi mini oyunlarıyla, gerek gezinirken karşılaştığımız durumlarla, gerek de dövüş sekanslarında bu kesinlikle böyle. Sakin bir şekilde gelen darbelere dikkat etme ve onların ritmine uyum sağlamayla ilgili. Aslında kiminiz bu yorumumu mantıksız bulabilir ama bence mekanikleri kendine özgü bir ritim oyununu andırıyor. Keza bu yorumumdan uzak, oyun içinde gerçekten ritim oyunu olan bir kısım da bulunmakta. Yani bu durumda iki oyunu karşılaştırmak çok da doğru olmayacaktır. Deltarune’un kendine has bir mekaniği var.
Üç kahramanın zorlu yolculuğu, Deltarune Efsanesi başarıyla gerçekleşecek mi?
“Come follow me into the dark
With your heart as the ark
Which shall shine you the way
Because I’m with you in the dark
With your hеart as my mark
Which shall guide you the way, through the wavеs”

Ritim oyunundan bahsetmişken oyunun en sevdiğim şarkısının orada çaldığını da söylemem gerek. “Raise Up Your Bat” ismiyle aratarak bulabilirsiniz, seslendirilmiş coverlarını dinlemeyi çok seviyorum. Aslında bu şarkı bile kahraman üçlümüzün kimyasını, baş koydukları yolun zorluğunu ve kısaca Deltarune efsanesini özetliyor. Doğru bir yorum mu, emin değilim ama Deltarune’da yapımcı sanırım Undertale’e göre müziklerinde çok daha deneysel çalışmış. Yapılarının birbirinden çok daha farklı olduğunu düşünüyorum. Onun harici “BIG SHOT” , “It’s TV Time!” ve “Black Knife”ı en çok sevdim sanırım. Hepsine bakacak olursanız cidden yapıları çok farklı. Undertale’deki daha mekanik, retro dokuya sahip yaklaşımdan da daha farklı hissettiriyorlar. Çok kişisel bir yorum ama Undertale’in oturup bütün müziklerini ayrı bir keyifle dinleyebiliyorken Deltarune’da bunu çok seçe seçe yapabildiğimi fark ettim. Belki ilerleyen bölümlerde sıklığı artar, bilemiyorum. Ama aynı şekilde olmasını isterdim. Belki de benim daha nostaljik havayı sevmemden de kaynaklı olabilir bu. Siz de bakarsınız. Her şekilde özgün hissettirdiğini eklemek gerek, orası ayrı bir konu. Müzik hakkında son olarak “Krusie Serenade” diye sevdiğim 42 saniyelik tatlı bir hayran müziği var, onu da dinliyorum. Belki ilgilenirsiniz. Benim ship’im onlar maalesef…
Barışçıl ilerlemediğimiz tuhaf gidişat sekansı da mutlaka keyifli ve hikâye bittiğinde onun hikâyesi, bize sunduğu farklı bölüm sonu canavarlarıyla birlikte deneyimlenmesi hoş olacaktır. Ama bana kalırsa asıl gidişat kesinlikle barışçıl olan ve oyun bunu her şekilde size zaten yansıtıyor. Diğer türlü zaten Kris’e işkence etmeye çalışıyorsunuz gibi bir şeye dönüşüyor. Bizim kontrolümüzden çıktığı sekansları takip etmek de ayrı yürek burkturucu bence. Çocukçağızın ilk gidip yaptığı şey çikolatalı süt içip piyano çalmak mesela ama zorla Susie’ye “Bir daha piyano çalmayacağım.” dedirtebiliyoruz… Korkunç ya. Zavallı bebişim benim…

Yapımcının aynı zamanda oynattığımız karaktere cinsiyet atamamasını da çok seviyorum. İki oyunda da size hayat anlamı olarak bir şeyler katacak, belki de durup sizi düşünmeye itecek sembolik ve derin duygusal anlatım sağlanıyor. Oyuncunun bağ kurabilmesi için bunu tarafsız şekilde yansıtması, bir şekilde aslında hep iyiye yönlendirmesi çok güzel bir detay. Oyun buna sizi zorlamıyor ama oyunun işleniş tonundan anlayabiliyorsunuz. Ve bu da anlatılan hikâye yer yer ne kadar koyu tonlara yönelse de barındırdığı mizahla birlikte birçok oyuncu için rahatlatıcı oyun hâlini alabilmesini sağlıyor. Bakmayın, şu an ilk kez bitirmiş şekilde yazıyorum. Benim de kurcalayamadığım birçok şey kaldı, o bahaneyle yeni bölümler çıkana kadar daha çok oynarım. Bahsettiğim oyunculardan birisi de benim anlayacağınız. Hatta bu bahaneyle Undertale’i de tekrardan bir oynarım gibi geliyor.
Undertale’i oynayıp Deltarune’a geçecekseniz kimi zaman Vietnam flashback’i yaşayabileceğinizi de söylemem gerek. Zamanında soykırım gidişatını yaparken Undyne The Undying’le yaptığım kapışmalar, Deltarune’da bir ara benzer şekilde tetiklenmeme neden oldu. Neyse ki zorunlu bir bölüm sonu canavarı değil de uğraşmak istemezseniz bir sorun yaşamazsınız diyelim. Fakat bu konuda da eklemek isterim, cidden gözleriniz yorgun değilken oynamaya bakın. Özellikle gözleriniz bozuksa bazen saldırıları takip etmek çok yorucu ve rahatsız edici bir hâl alabiliyor. Bazen rastgele hareket etmelere dönüyordum. Neyse ki her düşmanın dövüş tasarımı farklı olduğu için tekrara düşüp can sıkıcı bir hâl aldırdığını söyleyemem ama yine de dikkat etmekte fayda var.
Benim favori bölümüm üçüncü bölüm oldu. Tenna’nın bizi içinde buldurtup durduğu mini oyunlar içerisinde, “oyun içinde oyun” durumunu gerçek anlamda deneyimlerken temponun ve skandalların bitmediği bir reality show’un içerisinde gibi hissettim. Tabii, oyun yavaş yavaş temposundaki mizahi kısmı bölümler ilerledikçe daha karanlık ve derin bir hikâyeye bırakırken bölüm başına serpilen konseptlerde de değişikliğe gidiliyor. Bu nedenle ileride beklediğimiz bölümlerde bizi yine o kadar yüksek tempolu ve eğlenceli bir deneyim bekler mi, bilmiyorum. Neticede Deltarune, her ne kadar Undertale’in paralel evrende geçen bir versiyonu olarak bizlere yansıtılsa da kesinlikle aynı evren olmadığını da biliyoruz. Buradaki kurallar farklı, bilmediğimiz daha tonlarca gizem ve açıklayamadığımız sırlar bulunmakta. Birinci bölümü çıktığı gibi oynamış ve tamamını dört gözle beklemeye koyulmuştum. Bu deneyimimden şunu kesinlikle söyleyebilirim ki değdi. Yeni bölümleri dört gözle bekliyorum.
Böyle efen’im! İncelemem bu kadarcık olsun. Karakterler, ilişkileri ve anlatılmak istenen, hatta teoriler üzerine de dolu dolu konuşasım var ama yaz yaz bitmez. E, size de birazcık insaflı davranayım değil mi? Onlar da başka yerin konusu olsun artık diyelim. Sizin de görüşlerinizi mutlaka duymak isterim. Mesela siz hangi karakterle bağ kurdunuz? Umarım karakterlere anlam yükleyebileceğiniz üçlü arkadaş grubunuz vardır. Arkadaşlarınızın değerini bilin! Çok şanslısınız, unutmayın. Benimkini merak ediyorsanız Susie, öyle de minik bir eklemem olsun. Üçlüler harici de Lancer’ı seviyorum. Gülüşünü bildirim sesim bile yaptım, çok komik ve şirin bir bebiş. Sorularınız varsa onları da yazabilirsiniz, seve seve cevaplarım. Seneye, beşinci bölüme kadar görüşmek üzere! Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler. Sağlıcakla kalın.
