Stray Blade, aslında pek takip etmediğim ama çıkış dönemine yaklaştığı zaman ilgimiz cezbetmeyi başaran bir oyun oldu. Dünyası içerisinde keşfedilecek tonla yer ve ilgi çekici dövüş mekaniğiyle karşıma geldiği zaman başına oturmamam için bir sebep göremedim. Peki oyun nasıl olmuş? Neler iyi, neler kötü. Gelin birlikte bakalım.
İlk kısmı 2 saatte zor geçtim
Stray Blade önce oyuncu dostuymuş gibi davranıp ardına sizi en zorlu savaşlara iten bir yapım. Souls türevi bir combat mekaniği barındırıyor ve ilk birkaç saat oyuna alışmanız gerçekten zor bir hal alıyor. Daha önce Soul-like oyunları bitirdiyseniz ve mekaniklere aşinaysanız bu süre sizin için biraz daha kısa olacaktır. Ancak düşmanların hareketleri, davranış tarzı ve hangi konumlarda saldırdığını öğrenebilmek için oyunda biraz vakit harcamak gerekiyor. Klasik Hack and Slash mantığı gibi olmayan ve daha zorlayıcı bir mekanik barındıran Stray Blade, ilk bölümümde bana resmen zorlu anlar yaşattı.
Oyuna girer girmez karşılaştığım rengarenk dünyası birden karanlık ve korkunç bir ortama dönüşmeye başladı. Ben “güllük gülistanlık” dolaşacağımı sanıyorken, önüme çıkan düşmanlar beni sürekli yere sermeyi başardı. Zor bir mekanik barındırdığını ve alışmak için vakit harcamanız gerektiğini de tekrar belirtmiş olayım böylelikle.
Hikayesi ve açık dünyası
Oyunun bana göre çok karmaşık bir hikayesi var. Unutulmuş ve resmen ölüme terkedilmiş Acrea vadisine gidiyor ve buradaki keşfedilmeyi bekleyen antik kalıntılara göz gezdiriyoruz. Tabii bu süreçte dünyayı canavarlar ve diğer varlıklar kaplamış durumda. Yardımcımız ve aynı zamanda yoldaşımız Boji ile birlikte dünyayı keşfediyor, bu toprakları mahveden düşmanlara karşı bir savaş başlatıyoruz. Size özet olarak bu şekilde hikayeyi sunabilirim. Ama işin içine çok fazla girdiğiniz zaman işler biraz karışıyor ve anlaşılması daha zor bir hale geliyor. Özellikle bazı yerlerde ana hikayeden sapıldığı zaman neyin nerede olduğunu kestirmek güçleşebiliyor.
Oyunun dünyası ise inanılmaz dolu ve her köşe başında mutlaka toplanabilecek bir nesne var. Geliştiriciler, bu dünyayı parça parça bölgelere ayırmış ve her bölgenin içinde yine farklı bölgeler bulunuyor. Yani anlayacağınız kocaman ve dopdolu bir dünyası bulunuyor. Her bölgenin kendine ayrı toplanabilir eşya sayısı bulunuyor ve yine hepsinden silah ve zırh şeması bulabiliyorsunuz. Ayrıca bölgelerin kendilerine özgü zorlu düşmanları da yer alıyor.
Tabii bu sebeple oyunun süresi de bir hayli uzamış oluyor. Çünkü dünyasını keşfetmek öyle kolay bir iş değil ve gerçek emek istiyor. Ki zaten dünyasını keşfederken karşılaştığınız zorlu düşmanlar yüzünden de oyunun süresi bir hayli artabiliyor. Haritaların belirli yerlerinde bulunan Shrine’lar sayesinde öldüğünüz zaman tekrar canlanmanıza olanak sağlanıyor. Shrine mantığını Dark Souls oyunundaki Bonfire mekaniği olarak düşünebilirsiniz. Bu Shrine’lar aynı zamanda oyunu kaydetmenize ve düşmanların haritada tekrar doğmamasına olanak sağlıyor. Eğer oyunu kaydetmeden ölürseniz, en son kayıt aldığınız Shrine’da başlayacak ve tüm düşmanları tekrar indirmeniz gerekecek.
Ancak bu durumu tekrarlamak aslında bir ödül gibi
Evet yanlış duymadınız, öldükten sonra tekrar doğup, tekrar düşmanlar ile yüzleşmek sizi ilerleyen süreçte daha güçlü bir hale getiriyor. Klasik Rogue-lite temasını işlediğini görebiliyoruz böylece. Ölüp tekrar doğarak daha güçlü bir şekilde ilerleyiş sağladığımız ve bu ilerleyiş süresince eşyalarımızı ve yeteneklerimizi daha iyi bir konuma getirmeye çabaladığımızı zaten anlamışsınızdır.
Yetenekler demişken, oyunun yetenek ağacı tamamen kullandığınız silahlara özel olarak işliyor. Alt ettiğiniz düşmanlardan veya dünyası içerisinde bulduğunuz sandıklardan ortaya çıkarttığınız ‘Blueprints’ şemalarıyla kendinize yeni silahlar ve zırhlar üretebiliyorsunuz. İşte ürettiğiniz bu silahların öğrenme yüzdeleri bulunuyor. Yani bir kılıcı ne kadar fazla ve efektif kullanırsanız onun üzerindeki ustalaşma yüzdeniz o kadar artıyor. Kullandığınız silahta %100’lük bir ustalaşma skoruna ulaştığınız zaman ise yetenek ağacında o kılıcın size bahşettiği yetenekleri kendinize geçirebiliyorsunuz. Çok basit bir örnek vermem gerekirse; Raider Messer adındaki kılıç (üstteki Shrine görselinde elimde yer alan kılıç) bana yetenek olarak yanımda bir tane fazladan iyileşme meyvesi taşıyabilme özelliği veriyor. Ancak yanlış anlaşılmasını istemem, kılıcı bıraktığımız zaman bu özellikler gitmiyor. Bu özellikleri açabilmek için sadece o kılıcı kullanmak gerekiyor. Tabii kılıçlar %100’e ulaşınca kendince güçler ve yetenekler sunuyor ve özel vuruşlar açılıyor ancak karakteri geliştirmek için her türlü silahı kullanmak zorunda bırakılmamız bana biraz garip geldi. En azından ben Souls hastası bir insan değilim bu yüzden bana garip gelmiş olabilir.
Biraz düşman çeşitliliğine bakalım
Oyundaki düşman sayısı ve çeşitliliği beni tatmin etti. Düşman sayısını bölüm ilerledikçe arttıran bir mekanizma kurulması da hoşuma gitti. Yani size ilk bölümlerde on tane düşmanı yığmıyor ama 10. saatten sonra bu sefer 2’li ve hatta 3’lü düşmanlar ile kapışmaya başlıyorsunuz. Bu sürece gelene kadar güzel bir yetenek havuzu oluşturduysanız kendinize, her şey harika ilerliyor elbette.
Açık dünyası içerisinde bulunan düşmanların çoğu farklı sınıf türlerine ayrılıyor. Kolay alt edilebilen okçular ve piyadelerin yanı sıra etrafta bulunan Irraka – kurt benzeri yaratık- gibi düşmanlar da oldukça rahat bir şekilde yenilebiliyor. Ancak bunun bir de orta seviyeli olanları var. Mesela Golden Grunt adı verilen zırhlı şövalyeler gibi. Tabii tüm bu düşmanlar bir yerden sonra teke tek dövüşlerde çocuk oyuncağı olarak kalıyor ancak kalabalık gruplarda işler biraz daha zorlaşıyor. Ayrıca her düşmanın focus’u sizde olduğu için aynı anda saldırmaya çalışabiliyorlar. Bu yüzden her zaman dikkatli olmakta fayda var.
Öldükten sonra daha çok güçlenerek geri gelmek güzel oluyor ancak bir süre sonra Shrine arasındaki uzaklıkları görünce resmen ‘ölmek’ istemiyorsunuz. Bazen mesafelerinin çok iyi ayarlanamadığını düşündüm ve “keşke şurada olsaymış” dediğim lokasyonlarda bulundum. Tabii bu oyunu biraz daha zorlaştıran bir süreç neticede ama oyuncunun kendini güvende hissetmesi açısından daha sık Shrine lokasyonları görmeyi beklerdim açıkçası.
Atmosferi ve rol yapma tarafı
Oyunun çok farklı ve kendine has bir atmosferi bulunuyor. Bölgelerin görünümü ve ortamın işlenişi birbirine benzemediği için bazen yolları karıştırma imkanınız bile bulunuyor. Kimi bölge capcanlı ve dolu görünürken, diğer bir bölge ise daha kasvetli ve karanlık görünebiliyor. Bölgelerin atmosferine göre düşman çeşidi de değişebiliyor. Örneğin karanlık ve mağara bölgelerinde daha çok örümcek tarzı düşmanlar görebiliyoruz.
Silah ve zırhlar dışında birde bunları renklendirebileceğimiz seçenekler var. Bu renkleri dünyanın herhangi bir köşesinde bulma şansınız var. Kılıcınızı, kalkanınızı veya omuzluğunuzun bile rengini değiştirebiliyorsunuz. Belki küçük bir detay ancak görünüşe önem veren oyuncu dostlarımız için minik bir artı olarak sayılabilir.
Combat tarafında ise zorlayıcı bir tercih yapıldığını söylemiştik. Bu zorluğa alışmak için ise geliştiriciler “kilitlenme” mekaniği koymayı ihmal etmemişler. Düşmana kilitlendiğiniz takdirde kamera oraya sabit kalıyor ve böylelikle etraftaki diğer unsurlar sizi rahatsız etmiyor, aynı Soul-like oyunları gibi. Bu bağlamda, eğer Soul-like oyunlarıyla içli dışlı biriyseniz size göre olduğunu söylemem gerek. Aslında ben bu oyunu biraz daha “Başlangıç Souls-like’ı” olarak tanımlıyorum kendi çapımda. Evet, mekaniklere alışmak birazcık zor gelecektir ancak alıştıktan sonra her şey daha kolay olmaya başlıyor ve oyun akıp gidiyor. En çok zorlayıcı şeyler boss savaşları ve can sorunu oluyor. Bu sebeple Souls oyunlarına alışmaya çalışan kişiler için ideal bir yapım olarak görülebilir diye düşünüyorum.
Son düşüncelerim
Stray Blade, oldukça ilgi çeken bir atmosfere sahip ve kendini oynatan bir yapısı var. Açık dünyasının capcanlı ve dolu olması göz önüne alınırsa, kesinlikle zevkli bir yapımla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim. Ayrıca oyunda herhangi bir optimizasyon sorunu veya oyun içi hata ile karşılaşmadığımı da belirteyim. Gerçekten geliştirici ekibi ve yayıncı tarafını buradan tebrik ediyorum. Souls türüne başlayacaklar için resmen “başlangıç kiti” gibi oyun yapmışlar.
Biraz kılıç-kalkan kullanayım ama düşmanlar hafif zorlayıcı olsun, dünyasını keşfedeyim yeni hikayeler bulayım, unutulmuş ve kadim boss’ları yenerek eşyalarımı güçlendireyim veya sadece ana hikayesini göreyim ve Acrea’yı kurtarayım diyorsanız doğru yerdesiniz. Stray Blade tüm eğlencesiyle sizleri karşılıyor.