Magic Design Studios tarafından geliştirilen ve Gearbox Publishing tarafından yayımlanan Have a Nice Death, erken erişim süreci ile birlikte uzun zamandır radarımda olan bir yapımdı. Gelin, geçtiğimiz haftalarda tamamen piyasaya sürülen bu iki boyutlu rogue-like aksiyon oyununu detaylı bir şekilde inceleyelim.
Ölüm, kurulu düzeni olan kocaman bir şirket tarafından yönetiliyor ve bu şirketin CEO’su biziz.
Have a Nice Death, sahip olduğu evreni ve özgün atmosferiyle daha ilk dakikalarda beni kendisine bağlamayı başardı. Bu atmosferik ve ilgi çekici evrenin üzerine kurulmuş olan hikâye pek derin olmasa da epey eğlenceli olduğu kesin. Karakterimizin ismi Death ve gerçekten de ölümün ta kendisini kontrol ediyoruz. Death Incorporated şirketinin CEO’su Death olarak, dünyada vakti dolan insanların ruhlarını topladığımız bir düzen mevcut. Tabii buna her ne kadar bir ‘düzen’ denebilirse.
Sevgili CEO karakterimiz, her ne kadar yaşamdan sonrasını kontrol eden şirketin başında olsa da onun da bir sabır sınırı var ve mevcut çalışma saatlerinin bitmek bilmemesiyle birlikte bir tükenmişlik sendromuna giriyor. Bu tükenmişlik, onun şirketteki gücünü kaybetmesi ve ‘’Sorrow’’ olarak adlandırılan yetkili çalışanların isyan ederek patron kendileriymiş gibi davranmasıyla başlıyor. Mevcut düzeni umursamayan ve dünyadan ayrılmaması gereken insanların da ruhlarını alan bu arkadaşlar, şirketin tüm işleyişini mahvediyor. Tabii bizim Death durur mu? Şirketimize düzeni geri getirmek ve asıl patronun kim olduğunu hatırlatmak için yolculuğumuza başlıyoruz.
İşte oyunumuzun amacı aşağı-yukarı böyle. Hikâye üzerine kurulmuş olan bu düzen, birçoğunuza basit gibi gelebilecek olsa da inanın ki işler hiç öyle değil. Geliştirici ekip, oyun içerisine yerleştirdiği karakterlerin her birini büyük bir özenle tasarlamış ve evrene dair şahane alt hikâyeler sunmuş. Oyun esnasında ilerledikçe açılan bu diyaloglar, hem çalışanlarımızla etkileşime geçmemizi sağlıyor hem de oyuncuya oldukça keyifli dakikalar yaşatıyor.
Bir rogue-like oyunun altında yatan hikâye önemsiz gibi gözükse de aslında oyunun en kritik noktalarından biri de bu hikâyedir. Öyle ki bir rogue-like oyunun hikâyesinin oyun içerisinde oyuncuya doğrudan sunduğu bir hikâye anlatım dili olmasa bile evrenin arkasına kurduğu altyapı ve ana fikir, oyuncunun o oyuna devam etmek için ihtiyaç duyduğu motivasyonu sağlar. İşte bu motivasyonu şahane bir şekilde yakalayan Have a Nice Death, sunduğu amaç ve yan hikâye ögeleri ile birlikte oyuncuyu kendisine en iyi şekilde adapte etmeyi başarıyor.
Have a Nice Death; muhteşem bir oynanışın ihtişamlı ‘boss’ dövüşleriyle buluştuğu, oldukça mücadeleci ve keyifli bir deneyim vadediyor.
Az önce hikâyemize giriş yaptık ve sevgili CEO’muz Death’in kontrolünü aldık. Şimdi de geriye Sorrowları pataklamak ve asıl patronun kim olduğunu hatırlatmak kaldı. Bu kısımda da oynanış tarafı devreye giriyor. Rogue-like türüne bayılan bir oyuncu olarak, ilk defa bu türde bir oyuna bu kadar zor adapte olduğumu söyleyebilirim. Have a Nice Death, ilk saatlerinde oldukça yüzeysel bir deneyim sunuyor ve asıl cevherlerini ilerleyen safhalara saklıyor. Bu da ‘’Oynanış ne zaman derinleşecek ya?’’ diye söylenen beni şahane bir sürprize uğratıyor.
Have a Nice Death, bir rogue-like oyunun sunması gereken taktikselliği fazlasıyla içerisinde barındırdığını rahatlıkla oyuncuya gösteriyor ve ‘build’ konusunda da sizi oldukça özgür bırakıyor. Oyunun sunduğu bu özgürlüğün fazlasıyla hoşuma gittiğini ve oynanış denemelerimin hiçbirinde zorla saçma sapan silahlar kullanmak zorunda kalmadığımı ve oyunun eğlencesini her an katladığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bazı oyuncular, sunulan bu özgürlüğü ‘’mücadele hissinin kaybolması’’ olarak değerlendirebilecek olsa da aslında işlerin hiç de öyle olmadığını söylemek istiyorum çünkü oyun cidden zor.
Have a Nice Death, gerçekten de isminin hakkını veriyor ve en ufak hatayı affetmiyor. Oyunun şu ana kadar oynadığım en zor rogue-like oyunlardan bir tanesi olduğunu söylesem yanlış olmaz herhalde. Öyle ki küçümsediğiniz minik düşmanları ciddiye almadığınız anda bile ciddi hasarlar yiyebiliyor, oyunun birazcık sinir bozucu bulduğum can sisteminden dolayı bu hatanızı telafi etmekte fazlasıyla zorlanıyorsunuz.
Evet, gerçekten çok sinir bozucu bir can sistemi var. Bu can sistemi, aslında oyundaki mücadele ve zorluk hissinin ana kaynağı çünkü neredeyse hata yapma şansın yok. Canını doldurmak için bolca fırsatın oluyor olsa da tamamını geri kazanmak epey uğraştırıcı. Bu da maksimum cana ilerleyen ‘buildlerin’ önemini bir nevi yok ediyor tabii. Aslında oyun size çok fazla can doldurma fırsatı sunuyor fakat bu fırsatlar genelde canınızı dolduramıyor çünkü oyunun ana sistemi, ‘heal’ ve ‘pure heal’ mantıkları üzerine dizayn edilmiş. Bir hasar yediğinizde ana canınız azalıyor ve küçük bir iyileşme barına sahip oluyorsunuz. Oyunun sunduğu can doldurma seçenekleri de genelde yediğiniz hasarın küçük bir kısmını kapsayan bu ‘heal’ kısmını dolduruyor. Yani ‘pure heal’ dediğimiz can barına etki etmiyor. Eğer canınız hâlâ eksikse ve ‘heal’ barını tamamen doldurduysanız, o özelliği veren yiyeceği yeseniz bile canınız dolmuyor. Bu da oyunun acımasızlık seviyesini artırırken, oyuncuyu sürekli tetikte tutmaya itiyor. Tabii oyun içerisinde bulunan bazı ‘buildler’ ile bu durumu çözebiliyorsunuz. Sistemini oturtması biraz zor olsa da kısa sürede bir otomatik olarak ‘pure heal’ veren özelliklere de erişebiliyorsunuz. Bu da can sorununuzu tamamen ortadan kaldırıyor.
Gelelim oyunun en güzel kısmı olan ‘boss’ savaşlarına. Öncelikle geliştirici ekibin işinin burada oldukça zor olduğunu belirtmekte fayda var. Bunun asıl sebebiyse oyunun teması ve konu aldığı evren açısından bizi şaşırtması zorlaşıyor. Zaten ölümün ta kendisi olan ‘Death’ karakterini kontrol ediyoruz. Hangi düşman bizi ürkütebilir ki? İşte geliştirici ekip bu kısımda şahane bir iş çıkarmış ve yan ‘bosslar’ da dahil olmak üzere her dövüşü özenle en ihtişamlı şekilde tasarlamış. Her seferinde zorlayan, oyuncuyu tetikte tutan bol keyifli hesaplaşmalar ortaya çıkmış. Hem zorlayıcı hem de epey keyifli bulduğum bu mücadelelere bayıldığımı söylemek isterim.
Küçük bir intikam yemini ve diğer küçük detaylar
Have a Nice Death, bölge mantığına sahip bir oyun. Oyun içerisinde ilerledikçe küçük aşamalar geçiyorsunuz ve en son kısımda da bir ana düşman ile karşılaşıyorsunuz. Bu ana düşmanların birkaç küçük aşama öncesinde de iyice gelişmek için karşılaşabileceğiniz mini boss savaşları oluyor ve iyice gelişmek için isteğe bağlı olarak bu dövüşleri de tercih edebiliyorsunuz. İşte benim en büyük hatam da tam olarak burada oldu. Oyunu ilk defa bitireceğimi düşündüğümde, şahane eşyalarım ve artık azami gücüne ulaştığını düşündüğüm karakterimle birlikte en son bölüme iki küçük aşama kala ‘’Bari şunu da keseyim’’ düşüncesiyle o bölgenin mini bossu olan Ms. Camille Flage ile karşı karşıya geldim. Onlarca denemenin ardından bitirmeye bu kadar yaklaşmışken, bu mini düşman, daha ana düşmanı bile göremeden beni oyunun en başına geri yolladı. İşte bu kısımda küçük bir intikam yemini geldi.
Kendisi aslında öyle zor bir mini boss olmasa da ilk etapta hareketlerini kestirmekte epey zorlanıyorsunuz. Benim hatamı affetmediği kısımsa sabırsızlığım oldu. Tabii o güzel buildin gidişi beni epey kızdırdı ve oyunun ana düşmanını bir kenara bırakıp tek hedefim bu mini bossa gününü göstermek hâline geldi. Oyunun benim için en tatmin edici noktasıysa kendisini yenmekti.
İncelemede bahsettiğim tüm bu detayların yanı sıra oyunun müzikleri ve yetersiz bulduğum bazı noktalardan da bahsetmek istiyorum. Öncelikle Have a Nice Death gerçekten de güzel müziklere ve oynanış deneyimini en iyi şekilde yansıtan bir ses tasarımına ev sahipliği yapıyor. Bu kısım gerçekten oyuncunun ruhuna dokunuyor ve atmosferi epey güçlendiriyor.
Oyunun düşman çeşitliliği ve bölüm tasarımları içinse ne yazık ki aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Have a Nice Death’in boss dövüşlerini yeterince övdük, peki bölümler içerisinde yer alan klasik düşmanlar ne alemde? Ben bu kısmın oyunun ilerleyen sürecinde epey tekrara düştüğünü ve bu düşmanların sıklığının yeterince iyi ayarlanamadığını düşünüyorum. Tabii sürekli bitirmeye çalıştığımız bir rogue-like oyundan bahsederken bu düşman tekrar etme olayı size oldukça normal gelebilir fakat diğer rogue-like oyunlar, bu sorunun önüne oldukça basit bir çözüm ile geçebiliyorlar. Bu da bölüm tasarımları ve oyunun sürekli olarak sunduğu yenilikler oluyor. Ne yazık ki Have a Nice Death, bölüm tasarımları konusunda da oldukça zayıf kalmış. Oyunun sunduğu bölüm tasarımı tercihi, bolca keşif unsuru ve detaycı oyuncuyu ödüllendirebilecek cinsten olsa da tasarlanan mekanlar adeta süs olarak kalmış. Hâl böyle olunca da bölüm içerisinde gezilebilecek bazı yerler olsa bile oyun, oyuncuyu dümdüz ilerlemeye itiyor ve yenilikçi bir deneyim sunamıyor. Tabii bahsettiğim bu sorunlar oyunun temel yapısının oldukça eğlenceli olmasıyla birlikte pek de göze batmıyor.
Son söz
Have a Nice Death, içerisinde bazı temel sorunlar barındırıyor olsa da şahane atmosferi, eğlenceli karakterleri, akıcı oynanışı ve mücadeleci yapısıyla birlikte bu zamana kadar oynadığım en iyi rogue-like oyunlardan bir tanesi. Eğer sizler de bu türdeki oyunları seviyorsanız, Have a Nice Death’i mutlaka radarınıza ekleyin derim.