Gururlu ve sevecen bir Aliens fanı olsam bile GZS türüyle kaynaşmayan yapım beni Aliens: Dark Descent’e karşı biraz mesafeli kılmıştı. Aslında oyunu uzun bir zamandır bekliyor ve kendimi türe alıştırmaya çalışıyordum. Daha önce X-COM serisinden bazı oyunları deneyimlemiş ve çok kötü bulsam bile tamamen fanatikliğimden dolayı Narcos: Rise of the Cartels yapımına bir göz atma şansına erişmiştim. Tabii bu bahsettiğim oyunlar tamamen sıra tabanlı bir oynanış sistemi içerdiği için Aliens: Dark Descent ile kıyaslamamız pek doğru olmaz.
Peki nedir bu oyun? Bizlere neler sunuyor? Hadi gelin birlikte bakalım;
Senaryo biraz klişeleşmiş gibi geldi
Xenomorph’u hepiniz biliyorsunuz öyle değil mi? Hani şu iki ayağı üstünde yürüyen ve büyükçe dişlerle dolu bir ağıza sahip olan uzaylı yaratıklar. 1979 senesinde ilk Alien filmi çıktığında babam henüz 8 yaşındaydı. Tasvir edilen yaratık oldukça korkunç ve bir o kadar acımasız olarak lanse ediliyordu. İşte bu sebeple ilgimi çeken bir nokta olmayı başardı Alien serisi. O atmosfer, o gerilim ve o hayatta kalamayacağını bildiğin hissiyat…
Tabii oyun serüveni açısından aynı fanatiklikte olduğumu pek söyleyemem. Arcade için çıkan ALIEN VS. PREDATOR, muhteşem bir korku oyunu olarak tanımlayabileceğim Alien: Isolation ve hayal kırıklığı olarak gördüğüm Aliens: Colonial Marines. İşte bu üç oyundan ibaretti fanatikliğim. 2021 yılında piyasaya sürülen Aliens: Fireteam Elite ise çok ilgimi çekmesine rağmen kütüphanemde yıllardır yatıp duruyor. Bu döngüyü bozmak ise Aliens: Dark Descent’e kaldı diyebilirim.
Lethe gezegeni dolaylarında geçen hikayemiz, aslen klasikleşmiş Xenomorph saldırılarıyla başlayan ve herkesin ölümüne sebep olan bir salgını konu ediniyor. Oyuna başladığımız anda karşımıza çıkan kumandan, yine klasik bir şekilde bizlere inanmayarak muhteşem mürettebat inancını bir kez daha gösteriyor.
- –“Ya komutanım off yhaa bir acil durum var, uzaylılar bizi istila ediyor!”
- +”Sorun değil evlat, biraz daha beni ikna etmeye çalış. Nasıl olsa birazdan öleceğim.”
Tarzı bir konuşma ile devam eden senaryo, klasik bir şekilde tüm uzay istasyonunun Xenomorph ve türevleriyle dolduğunu görmemiz ile aydınlanmaya başlıyor. Gemideki mürettebatın %98’inin öldüğü bir senaryoda elini kolunu sallaya sallaya gemiden sağ çıkmayı başaran ana karakterimiz, Colonial Marines ekibiyle karşılaştığı için havaya sevinç naraları çığırıyor.
Tabii karakterimizin yaptığı bazı gereksiz seçimler sonucunda diğer uzay istasyonlarının yok edildiği bir süreç ise önümüze kırmızı halıyla seriliyor. Bu ana karakter dediğimiz kişi ise uzay istasyonunun en kıdemli insanlarından birisi. Eski bir Weyland-Yutani yöneticisi konumu da cabası. Adeta oyuncakla oynar gibi geminin tüm ayarlarıyla oynamaya ve çocukça kararlar vermeye yemin etmiş biri gibi göründü gözüme. Neyse ki güçlü kuvvetli Marines ekibimiz sayesinde bu salgını durdurmak, Xenomorph yuvalarını yok etmek ve Lethe’ye adaleti getirmek için maceraya çıkıyoruz!
Gerçek zamanlı bir grup yönetme simülasyonu gibi
Aslına bakılırsa oyun taktiksel anlayıştan biraz uzak kalıyor bana göre. Yani oyun etiketleri içerisinde “Strateji” ibaresi bulunuyor ama herhangi bir strateji kullanmadan da çok rahat oynayabiliyorsunuz. 4 Kişilik (yeri geldiğinde bu sayı artıp azalabiliyor) bir grubu yönetiyor, verilen çeşitli görevleri yerine getiriyor, karşılaştığınız Xenomorph’ları bir güzel avlıyor ve istasyonunuz olan USS Otago’ya geri dönüyorsunuz.
Şimdilik oynanış bakımından gördüğüm en büyük eksi ise tüm grubu beraber yönetmenin zorunlu bir sistem olduğu. Grup içerisindeki askerlerimizi ayrı ayrı konumlandıramıyor veya yönetemiyoruz. Bazı spesifik durumlar dışında tüm grubu bir bütün olarak yönetmek zorundayız ve bu şekilde oynanışı ilerletmemiz gerekiyor. Bu durum aslında pek gözüme batmasa bile türe aşina olanlar için büyük bir eksi olabileceğinin farkındayım ve bu yüzden değiniyorum. Bazı görevlerde ve durumlarda karakterlerin bölündüğü veya 2 kişilik gruplara indiği durumlar söz konusu olabiliyor. Veya bir karakterin nerede duracağına siz karar verebiliyorsunuz ancak gerçek zamanlı strateji temasında ve her şeyin aniden gelişebildiği durumlarda bu kararları vermek biraz zorlayıcı olabiliyor.
Tabii geliştirici ekip biz oyuncuları mikro komut sistemiyle boğmak istemediği için bu yolu seçmişe benziyor. Yani her askeri tek tek değil de, bir vücut şeklinde yönetebildiğimiz bu sistem kimi oyuncuya göre güzel, kimi oyuncuya göre kötü gelecektir.
Grup içerisinde her askerin klasik olarak özellik ve yetenek sistemi mevcut. Askerlerinizi tank yapabilir, şifacı olarak tanımlayabilir veya nişancı olarak sınıflandırabilirsiniz. Bu şekilde bir sürü sınıf seçeneği mevcut ve her sınıfın kendisine özgü bir yetenek şeması var. Özellikle grubunuzda en az bir adet şifacı ve bir adet nişancı asker bulundurmanızı öneriyorum. Şifacı olan askerin yeteneklerini güzelce geliştirdiğiniz durumda takım içerisinde stres ve can kaybı gibi durumların önüne daha rahat bir şekilde geçebiliyorsunuz. Nişancı ise hem takım oyununa daha uygun bir profil hem de diğer 3 askeri kaybettiğinizde bile hayatta kalabilecek becerilere sahip.
Şimdi, klasik Alien oyunlarına göre biraz daha farklı bir çizgide ilerleyen Aliens: Dark Descent, aslında bizleri Xenomorph’ların kök saldığı kaotik ve karanlık atmosfere çekmek için tasarlanmış durumda. Bu yüzden oyunun temel noktalarından biri de minik ara sahnelerde sizi hafifçe gerebilmek. Yani “4 tane askerim var, sıka sıka giderim, yoluma çıkanı ezerim.” Komutunda bir oyun anlayışı güdüyorsanız, buradan uzak durmanızı tavsiye ediyorum. Stratejik açıdan bu kadar kısır ama bir yandan da gerçekten zorlayıcı olabilen bir oyun daha görmedim sanırım.
Kısmi açık dünyalar yapısıyla görev çeşitliliği bakımından tatmin edici
USS Otago içerisinde yapılabilecek tonla özelleştirme bulunuyor. Burada bir sonraki göreviniz için yeni taktikler oluşturabilirsiniz. Bir diğer yandan ekibiniz hazırlayabilir ve onlara yetenek, silah veya sınıf atamaları yapabilirsiniz. Eğer bu ekip bir önceki görevde çok yorulmuş veya içlerinden birisi ağır hasar almışsa tıbbi kanatta dinlenmeye geçiyor ve sizin rehabilitasyon için doktor göndermenizi bekliyor. Grubunuzla ilgilenmeniz ve onları her şeyden daha ön planda tutmanız çok ama çok elzem. Çünkü bu grup tek bir vücut özelinde hareket ediyor ve aldığınız kararların bu sebeple çok önemli olduğunu hatırlatmak istiyor.
Otago dışında ise bize görevlerin verildiği kısmi açık alanlar bulunuyor. Bu açık alanlar -veya bölgeler- ne büyük ne çok küçük. Tam kararında ve oyuncuyu yormayan düzeyde. İçerisinde çeşitli girilebilen yapılar, farklı lokasyonlar bulunuyor. Ana görevimiz dışında yan görevlerimiz de olduğu için bu alanları keşfetmek oldukça cezbedici. Ayrıca oyun sizi bu süreçte ödüllendirmeyi de ihmal etmiyor. Girdiğiniz her noktada işinize yarayabilecek mutlaka bir şey bulma şansınız var. Bu bazen mermi, bazen ise can olabiliyor. Bu yüzden yan görevleri yapmak en az ana görev kadar etkileyici ve grubunuz adına uzun ömürlü bir süreç sağlayabiliyor.
Takımınızdaki askerlerin stres oranlarını da ara sıra takip etmeniz lazım. Bu stres oranları, oyun içerisindeki aksiyon faaliyetlerinizi ciddi derecede etkiliyor. Eğer grubunuzdaki bir veya birden çok askerinizin stresi yüksek seviyedeyse, çatışma esnasında düşmanı ıskalama sorunuyla karşı karşıya kalabiliyorsunuz.
Peki bulduğumuz bu malzemeleri ne yapıyoruz?
Hemen söylüyorum, bu malzemeler bizim canımız ciğerimiz. Bu malzemeler bizim yaşam kaynağımız. Grubumuzun yegâne destekçileri bunlar. Sağdan soldan topladığınız her materyal sizi hayatta sıkı sıkı bağlamaya devam ediyor. Elbette iş tıkla-ilerle olayı ile bitmiyor. Grubu yönetmenin belli başlı sorumlulukları var. Oyun içerisinde kullandığınız her merminin hesabını bile tutmanız gerekebiliyor.
Grubumuz ile görevden göreve koştururken karşımıza çıkan Xenomorph sürüleriyle sıra tabanlı değil, gerçek zamanlı olarak çatışmaya giriyoruz. Bu süreçte oyunu yavaşlatma şansımız da var ve bu yavaşlatma esnasında bazı özelliklerimizi kullanarak avantajlı konuma yükselebiliyoruz. Örneğin bomba atar, yakın mesafeli pompalı tüfek veya askerlerin vuruş başarısını arttırmaya olanak sağlayan “Flare” atma gibi özellikler var. Bu özelliklerin her biri “Command Point” adı altında birleşiyor. Bu puan oyun boyunca kendini yeniliyor ancak oldukça yavaş bir şekilde.
Etraftan bulduğumuz malzemelerden en önemlisi ise kapıları güçlendirmenizi sağlayan bazı materyaller oluyor. Bu materyaller sayesinde içinde bulunduğunuz odanın güvenliğini sağlayabiliyor ve takımınızı dinlendirmek için güzel bir “Rest” noktası oluşturabiliyorsunuz. Takımınızı dinlendirmek can artışı ve stres düşüklüğü sağlıyor.
Optimizasyon ve görsellik başarılı
Son dönemlerde piyasaya sürülen çoğu PC oyununun kötü optimizasyon süreçleri geçirdiğini görüyoruz. Kimisi mantıksız bir port süreci geçiriyor, kimisi ise yeterli test imkanının sağlanmamasından ve ekonomik kaygıların güdülmesinden dolayı kötü bir başlangıç yapıyor. Aliens: Dark Descent ise bunlardan birisi değil. Oyunun optimizasyonu gayet iyi ve istediği sistem gereksinimlerini bir çıta bile aşmadan kullanabiliyor. “Her uzun ömürlü oyunun arkasında başarılı bir optimizasyon bulunur” sözünü ise şimdi ben türettim.
Oyun atmosfer açısından yeri geldiğinde gerici, yeri geldiğinde ise korkutucu olabiliyor. İstasyona geri döndüğünüz zaman derin bir oh çekip “Ne macera yaşadım ama!” gibi cümleler sarf etmeniz olası. Ayrıca çevre modellemeleri ve efekt kalitesinin de iyi olduğunu düşünüyorum. Ancak karakter modellemeleri için aynı şeyleri söylemem pek mümkün değil. Özellikle ara sahnelerdeki kesik animasyonlar ve karakterlerin mimik orantısızlığı gözünüze çarpacaktır.
Aliens: Dark Descent incelemesi bitiyor. Vallahi bitiyor ya, söz!
Gerçek zamanlı strateji unsurlarının %60’ını kullanabildiğini düşündüğüm Aliens: Dark Descent incelemesinin sonuna geldik sevgili okurlar. İçerisinde strateji temellerinin az barındığı, bu yüzden yer yer zorlayıcı olabildiği ancak bu zorlayıcı durumun sizi teşvik ettiği bir anlayış benimseniyor. Senaryosu klişe, oynanışı ise çoğu zaman eğlenceli bir yapım.
Karakter özelleştirebilme ve grup içerisinde uyumu arttırarak takım çalışmasını benimseme durumuna yatkın olmanız lazım. Tehlikenin ne zaman ve nereden geleceği hiç belli olmuyor doğrusu.